3 Kasım 2018 Cumartesi

Disney özgür iradeye inancını kaybediyor


Harari'nin 21.yüzyıl için 21 ders notları kitabından Ters yüz üzerine yazdığı Disney özgür iradeye inancını kaybediyor başlıklı bölümden bir kesit.



"Pixar Studios ve Walt Disney Pictures 2015'te, insanlık haline ilişkin çok daha gerçekçi ve tedirgin edici bir animasyon film sürdü piyasaya. Film hem çocukların hem de büyüklerin ilgisini çekerek kısa zamanda büyük hasılat yaptı. Ters Yüz adlı bu film on bir yaşındaki kız çocuğu Riley Anderson'ın hikayesini anlatıyor. Riley ailesiyle birlikte Minnesota' dan San Francisco'ya taşınıyor. Arkadaşlarını ve eski evini özleyen Riley yeni hayatına alışmakta zorluk çekiyor ve Minnesota'ya kaçmaya çalışıyor. Ancak Riley'nin haberi olmayan çok daha büyük bir kriz yaşanıyor. Riley ne bir televizyon programının bir şeyden habersiz yıldızı ne de matrise sıkışıp kalmış biri; Riley'nin kendisi matris ve içinde sıkışıp kalmış bir şey var. Disney imparatorluğu aynı mitin tekrar tekrar anlatılmasıyla kuruldu. Sayısız Disney filminde kahramanlar zorluklar ve tehlikelerle karşılaşır ama sonunda sahici benliklerini bulup özgür iradelerini kullanarak zafere ulaşırlar. Ters Yüz bu miti acımasızca parçalıyor. Filmde günümüzün nörobiyolojik insan algısı benimsenmiş. İzleyiciyi Riley'nin beyninin içine doğru bir yolculuğa çıkarıyor ve orada çocuğun sahici bir benliği olmadığı ve herhangi bir özgür seçimde bulunmadığı çıkıyor karşımıza. Riley aslında birbiriyle çatışan bir dizi biyokimyasal mekanizma tarafından kontrol edilen koca bir robot gibi. Filmde bu mekanizmalar sevimli çizgi film karakterleriyle temsil edilmiş: sarı ve güler yüzlü Neşe, mavi ve asık suratlı Üzüntü, kırmızı ve asabi Öfke gibi. Riley'nin her hareketini Merkez' deki koca bir ekrandan seyredip duruma çeşitli buton ve kollar vasıtasıyla müdahale eden bu karakterler Riley'nin ruh halini, kararlarını ve eylemlerini kontrol ediyor. Riley'nin San Francisco' daki yeni hayatına uyum sağlayamaması, Merkez' de işlerin karışıp Riley'nin beynindeki dengenin altüst olmasından kaynaklanıyor. Neşe ve Üzüntü işleri yoluna koymak için Riley'nin beyninde uzun bir yolculuğa çıkıyor, düşünce trenine biniyor, bilinçaltı hapishanesini keşfediyor ve yaratıcı birtakım nöronların rüya üretmekle meşgul olduğu iç stüdyoyu ziyaret ediyorlar. Riley'nin beyninin derinliklerindeki bu kişileştirilmiş biyokimyasal mekanizmaları izlerken herhangi bir ruhla, sahici bir benlikle ya da özgür iradeyle karşılaşmıyoruz. Hatta tüm hikayenin belkemiği olan aydınlanma anı, Riley sahici benliğini keşfedince değil, Riley'nin tek bir özle özdeşleştirilemeyeceği ve iyiliğinin pek çok farklı mekanizma arasındaki etkileşime bağlı olduğu ortaya çıkınca yaşanıyor. Seyirciler ilk başta Riley'yi ana karakter olan güler yüzlü Neşe'yle özdeşleştirmeye sevk ediliyor. Ancak Riley'nin hayatını karartma tehlikesi taşıyan kritik hatanın tam da bu olduğu zamanla ortaya çıkıyor. Kendisini Riley'nin sahici özü sayan Neşe, diğer tüm iç karakterleri geri planda bırakıp Riley'nin beyninin hassas dengesini bozuyor. Katarsis, Neşe hatasını anlayınca ve hem Neşe hem de izleyiciler Riley'nin Neşe, Üzüntü ya da diğer karakterlerden biri olmadığını fark edince yaşanıyor. Riley tüm bu biyokimyasal karakterlerin çatışması ve işbirliği sonucu ortaya çıkan karmaşık bir hikaye. Gerçekten şaşırtıcı olan şey, sadece Disney'in böyle radikal bir mesaj içeren bir filmi piyasaya sürmesi değil, bu filmin dünya çapında büyük başarı yakalaması. Belki de başarısının sebebi mutlu sonla biten bir komedi olması ve çoğu izleyicinin filmin taşıdığı nörolojik boyutu ve bunun meşum çağrışımlarını ıskalamış olmasıdır. " ( 21.yüzyıl için 21 ders notları s:231-232)